• Tövbe Namazı

    Tövbe, yapılan günahlardan pişmanlık duyup af dilemek üzere Allah’a dönmek, O’na sığınmak demektir. Tövbe etmek için mutlaka günah işlemiş olmak da gerekmez. Hz.Peygamber Efendimiz, işlediği ve işleyeceği hataların affedilmiş olduğu bildirildiği hâlde, çok çok tövbe eder, bağışlanma dilerdi. Onun bu tutumu temelde mü’minlere örnek olmaktır... [...]

  • Levh-i Mahfûz

    İslam dininde kader olarak isimlendirilen, geçmiş ve gelecek tüm olaylar ve varlıklar Allah katında bulunan Levh-i Mahfuz'da yazılı bulunmaktadır. İbn-i Kemal'e göre, Levh-i mahfuz, korunmuş levha demektir. Olmuş ve olacak her şeyin yazılı olduğu kitap anlamındadır. Melekler, Levh-i Mahfûz'u görürler....]

  • Namaz

    Namaz (Arapça: صلاة Salah) İslamın şartları'ndan biri olarak kabul edilen ibadetlerden biridir. Kur'an'da günün belli vakitlerinde abdestle birlikte duaya kalkılması ifadesi bulunur. Kur'an’a göre namaz Allah'ı anarak teslimiyetin gösterildiği bir arınma biçimi ve İbrahim'e öğretilen bir ibadet şeklidir...[...]

  • Akaid nedir?

    Aslında "Akide" kelimesinin çoğuludur. Akide kelimesinin köklerini Akd kelimesi oluşturmakta ve bu kelime ise "düğümlemek, bağlamak, gönülden bağlanılan, düğüm atmışçasına sağlam inanılan şey" anlamlarına gelmektedir. İslam'da dini bir kavram olan Akaid islam dininde "inanılması farz olan hususlar, iman esasları, dinin temel kural ve hükümleri ve kalben kabul edilmesi gereken konulara verilen isim olarak tanımlanır. Akaid kavramıyla İslam dininde anlatılmak istenen imanın esaslarıdır....[...]

  • İslam Mezhepleri

    Başlangıçta İlk dönemlerde Hz. Ali ile Muaviye arasındaki savaş ve İslam toplumundaki bölünme Sünnilik, Şiîlik ve Haricilik şeklinde ilk mezhepsel ayrışmayı beraberinde getirmiştir. Erken dönemlerde değişik İslam şehirlerinde, bu şehirlerin adıyla anılan fıkıh okulları bulunmaktaydı. Şam (Evzâ'i), Kufe, Basra, Medine okulları bunlardan bazılarıdır. Daha sonra Irak okulu Hanefi, Medine okulu ise Maliki mezhepleri olarak konsolide olmuş, Şafii, Hanbeli, Zahiri ve Ceriri mezhepleri daha sonra ortaya çıkmışlardır....[...]

  • Yaratılışın Gayesi

    Yaratılışın en yüce gayesi, Allah'a iman ve onu tanımaktır. Bütün noksan sıfatlardan ve en üstün sıfatlarla muttasıf olan Allah'ı, tanımak ve ona kulluk borcunu yerine getirmek, gönül huzurunun kaynağıdır..[...]

  • Levh-i Mahfuz'da Yazılı Olan Kader

    Allah Teala kullarına hayrı da şerri de serbestçe seçecek ölçüde bir irade ve serbesti vermiştir. İnsan bu iradesiyle hayır ve şerden dilediğini seçebilmekte,kulun seçtiğini de Allah Teala yaratmaktadır. Kul iradesini bir şeye sarf ettikten sonra ister hayır ister şer olsun, Allah (c.c.) onu yaratmaktadır. İşte hayır ve şerrin Allah'tan olması bu demektir. Ancak Allah Teala'nın şerre rızası yoktur. Bu itibarla kul cüz'i iradesini sarf ettiği işlerden sorumludur...[...]

  • İslam'da İman

    (Arapça: إيمان‎‎). Kuran'da sadece bir olan Allah'a ve kendisinin mesajına güvenmek anlamına gelmektedir Allah'a ve onun elçisi kabul edilen Muhammed'e kutsal kitap Kuran'da anlatıldığı gibi güvenerek şüphesiz, aksini düşünmeden inanmak şeklinde anlaşılmaktadır. İslam, iman esaslarını Kuran'dan alır. İmanın ilk şartı şöyledir: “Ben tanıklık ederim ki Allah’tan başka tanrı yoktur ve yine tanıklık ederim ki Muhammed onun kulu ve elçisidir.” ...[...]

... Akaid Nedir ... Fetvalar ... Ahlak ... İman ... Ramazan ... Hac ve Umre ... Kurban ... Siyer ... İlmihal ... Zekat ... Hutbeler ... Hadisler ... Fıkıh ... Namaz ...
Zarar vermek ve zarara zararla karşılık vermek yoktur. (Müslim)

Giriş Yapın / Takip Edin

31 Temmuz 2016 Pazar

Hz. Adem'in Yaratılışı ve Zürriyeti



"Allah, Hz. Adem'i yarattığı zaman sıvazladı" sözü için alimler, iki ayrı görüş beyan etmişlerdir: Birincisi: Bazıları sıvazlama (mesh) fiilini Allah'ü Teala'nın zatına layık olacak şekilde te'vil ederek bundan kastın, Allah'ın bir şeye ol demesi onunda oluvermesi, görevli meleklerine Ademoğluları'nın  ruhlarını getirmelerini emretmesi üzerine o meleklerin Adem Aleyhisselam'ın sırtını sıvazlamaları ve ondan bütün neslinin ruhlarını çıkarmalarının olduğunu söylemiştir.

Allame Ebu's Suud "Rabb'in Ademoğluları'nın bellerinden (sırtlarından) zürriyetlerini almıştı..." mealindeki ayet-i kerimenin tefsirinde bu görüşe yer vererek şöyle demiştir: ' Bu ifade hakikat manası ile nitekim İbn'i Abbas (R.A.)'den şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: (Burada yukarıda geçen hadisi anlatıyor. ) sonra şöyle diyor; Bu Adem Aleyhisselamın bütün neslini onun sırtından bizzat çıkardığı manasında değildir. Onun sırtından kendi sulbünden gelecek olanların ruhları çıkarılmış, ve sonuna kadar bu şekilde devam etmiştir. "Rabb'in Ademoğluları'nın bellerinden (sırtlarından) zürriyetlerini almıştı...  " ayeti kerimesi de buna işaret etmektedir." Allame Ebu's Suud Rahmettullahi Aleyh daha sonra şöyle diyor olayı tam manasıyla açıklıyor ve neticelendiriyor: Asıl ortaya çıkış yeri Adem Aleyhisselamın sırtı olduğu için hadisi şeriflerde aradaki vasıtalar zikredilmeksizin her iki topluluğun durumu da toplu halde zikredilmiştir. Bundan kasıt herkesin nesebinin Adem Aleyhisselama çıktığının ifade edilmesidir.

Ayeti kerime,  Rasulullah Aleyhisselam'ın döneminde yaşanmış olan kafirlere karşı bir delil ve onların kendi müşriklerini babalarına nisbet etmelerinin bir fayda vermeyeceğini ifade için bildirmiş olduğundan durum, onların babalarının sırtlarından çıkarılmaları haline nisbetlerini gerektirmiştir. Hz. Ömer Radiyallahü Anh hadisinde sözün alınışının açıklanmaması olmadığına delil teşkil etmeyeceği gibi bağlayıcıda değildir. Sözün alınmasındaki gayenin onların işin gerçeğinden habersiz olduklarını ileri sürerek mazeret beyan etmelerine imkan bırakmamak olduğudur ve bu yolda onların görüşlerine itiraz etmek içindir. Ayet-i kerimede de: "Bu kıyamet günü 'Bizim bundan haberimiz yoktu' dersiniz veya 'Daha önce babalarımız Allah'a ortak koşmuşlardı biz de onlardan gelen bir soyuz bizi boşa çalışanların yaptıklarından ötürü yok eder misin?' dersiniz diyedir." şeklinde buyruluyor. Bu ayet-i kerime müşriklere karşı bir hüccet olsun diye bildirilmiş değildir; sorumluluk dünyasında bununla onlara nasihat edilmesini gerektiren bir durum söz konusu değildir; zira insanlar arasında hiç kimse kendilerinden alınmış kendilerinden alınmış bu sözü hatırlıyor değildir.

Bu iddiaya da ayet-i kerimedeki cümle yapısından yola çıkılarak itiraz edilmiş ve şahit tutmanın da şahit olmanın da korunan bir şey olduğu bunların gizli bir eylem olarak bağlayıcılık özelliğinin bulunduğu ileri sürülmüştür. Anlam ise şöyledir: Biz sizin verdiğiniz sözü anmak ve onu size hatırlatmakla yaptığımızı yaptık. Peygamberimize indirdiğimiz kitapta onu size açıkladık. Küfür ehli, kıyamet gününde "biz bundan, yani söz verme işinden habersizdik, sorumluluk aleminde de bunu hatırlatan olmadı, eğer bize onu bir hatırlatan olsaydı biz de gereğine göre davranırdık." demeyesiniz diye size bu gerçeği açıkladık.

İkincisi: Allame Ebu's Suud bundan önce ayetin manası üzerinde şöyle diyor: Bu açıklama insanlara, Allah Teala'nın yaratılıştaki fıtrat prensibini temsil için yapılmıştır. Yüce Allah, insanlardan kendi nefislerinde ve çevrelerinde ki tevhid anlayışına ve İslam inancına götüren pek çok delilden bunu anlamalarını istiyor. Peygamberimiz Aleyhisselam'da:  "Her çocuk fıtrat üzere doğar... " diye buyurarak bu hususu dile getirmiştir. Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesinde de bu fıtrattan söz edilmektedir: "Allah, insanların yönünü, kendisine göre yaratma kanununa uygun olan dine çevirir, Allah'ın yaratması değiştirilemez". Yani sizin yaratılışınızdaki temiz fıtratı değiştirmeyiniz, Allah'ın sizi yaratışında koyduğu güzel fıtrata aykırı hareket etmeyiniz.





Allame Ebu's Suud Rahmettullahi Aleyh sonra şöyle diyor: "Buradaki misalle Allah Teala'nın, insanların ruhlarını sahi tutmakla onlara kendi Rabb'liğini anlamaları için yeterli imkanı vermesi temsil edilmektedir. Şöyle ki Allahü Teala insanlara doğruyu kavrama bilmeleri için akıl ve basiret vermiştir, sonra akıl ve basiretleriini kullanarak hakka ulaşabilmeleri için gerek kendi nefislerinden gerekse çevrelerindeki alemden onlara ayetlerini, delillerini göstermiştir.."

Hasisin kalan kısmı Allahü Teala'nın şu ayetindeki manaya uygundur: " Andolsun ki cehennem içinde birçok insan yarattık. Onların kalpleri vardır ama anlamazlar, gözleri vardır ama görmezler, kulakları vardır ama işitmezler. işte bunlar hayvanlar gibi hatta daha sapıktırlar. işte bunlar gafillerdir."..

Allame Ebu's Suud bu ayetin tefsirinde şöyle diyor: "Yani onların cehenneme girmeleri üzere yarattım, ama bu kendi iradeleri dışında bir zorlama neticesi değildir. Ancak Allah onların hayatları boyunca hak yolu hiç seçmeyeceklerini kendilerini zorleyen bir şey olmadığı halde daima batıl yolda ısrar edeceklerini önceden bilmektedir. Bu itibarla Yüce Allah onları cehenneme dalacak insanlar olarak yarattı. Bir ayet-i kerimede şöyle buyuruluyor: Ben insanları ve cinleri bana kulluk etsinler diye yarattım"



19 Temmuz 2016 Salı

Allah’a Karşı Kulluk Görevimiz Olarak “Dua”




Allah’a Karşı Kulluk Görevimiz Olarak “Dua”



Sözlükte, “çağırmak, istemek, yardım dilemek” anlamlarına gelen “dua”; dinî bir kavram olarak, aciz ve zayıf olan kulun, bütün benliğiyle kudreti sonsuz Yüce Yaratıcı’ya yönelerek, hâlini O’na arz etmesi ve her türlü ihtiyacı için O’nun engin lütuf ve merhametine sığınmasıdır.


Acizliğini, zayıflığını ve fakirliğini itiraf eden kul, dua vasıtasıyla gücü her şeye yeten ve her şeyin sahibi olan Yüce Allah ile aracısız irtibat kurar, O’na niyazda bulunur ve O’nun himayesine iltica eder. İnsanın, edâ etmekle sorumlu olduğu tüm ibadetlerin, özü itibariyle kendisiyle Rabbi arasında irtibat kurmayı veya var olan irtibatın güçlenmesini hedeflediğini düşünürsek dua, bunu hemen ve dolaysız gerçekleştirdiği için Peygamber Efendimiz tarafından “ibadetlerin özü” (Tirmizî, Daavat, 1) olarak nitelendirilmiştir. Dua, ibadetlerin özü olması yönüyle insanoğlunun yaratılış gayesini de temsil etmektedir. Zira Yüce Yaratıcımız, insanları ve cinleri sadece kendisine ibadet etsinler diye yarattığını ifade buyurmaktadır. (Zâriyât, 56) “(Rasûlüm!) De ki: duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin!” (Furkân, 77) ifadeleriyle de Yüce Rabbimiz, bu gerçeğe işaret etmektedir.

Bize şah damarımızdan daha yakın olan ve içimizden geçirdiklerimizi bilen (Kâf, 16) Rabbimiz, bizleri kendisine dua etmeye çağırmakta ve dua ettiğimiz takdirde bunlara karşılık vereceğini haber vermektedir. (Bakara, 186; Mü’min, 14) Yüce Allah, kendisine, yalvara-yakara, gizlice, azabından korkarak ve rahmetini umarak (Arâf, 55-56), güzel isimleriyle (Arâf, 180), ihlas ve samimiyetle (Mü’min, 65), sabah-akşam (Kehf, 28), yan yatarken, otururken veya yürürken (Âl-i İmrân, 191; Yunus,12) dua edebileceğimizi bildirmektedir. Atıflarda bulunduğumuz ayet-i kerimelerde Yüce Rabbimiz, dua ederken dikkat etmemiz gereken hususları bizlere anlatırken, talim buyurduğu hâl üzere kendisine her yerde ve her zaman duada bulunabileceğimizi haber vermektedir. Kur’an-ı Kerim’de, peygamberlerin dilinden zikredilen dualara baktığımızda, Allah hakkında hüsn-ü zan sahibi olmamız gerektiğini (Meryem, 4, 48), duaya Yüce Rabbimizi övgü ve kusurlarımızı itirafla başlamamızın uygun olacağını öğrenmekteyiz. (Enbiyâ, 87; Kasas, 16)

Kur’an-ı Kerim, insanoğlunun zorluk ve sıkıntı anlarında Rabbine içtenlikle yönelerek dua ettiğini (En‘am, 63), ancak sıkıntısı kaldırıldığında sanki hiç Allah’a bu sıkıntısından dolayı dua etmemiş gibi geçip gittiğini anlatırken böyle kimselerin haddi aşan kimseler olduğunu ifade etmektedir. (Yunus, 12) İnanmayanların hoşuna gitmese de dindar ve ihlâslı olarak (Mü’min, 14), Allah’ın rızasını umanlarla birlikte duada sebat etmemiz, bizlere öğütlenmektedir. (Kehf, 28) Yüce Allah, yalnızca kendisine dua edip ve yalnızca kendisinden yardım dilememiz gerektiğini bildirirken, kendisi dışında el açılanların hiçbir şekilde dualara icabet edemeyeceğini misal yoluyla şöyle anlatmaktadır: “El açıp yalvarmaya lâyık olan ancak O'dur. O'nun dışında el açıp dua ettikleri, onların isteklerini hiçbir şeyle karşılamazlar.

Onlar, ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimse gibidir. Hâlbuki (suyu ağzına götürmedikçe) su onun ağzına girecek değildir. İnanmayanların duası kuşkusuz hedefini şaşırmıştır.” (Ra‘d, 14) Peygamber Efendimiz de en küçüğüne varıncaya kadar tüm ihtiyaçlarımızı Rabbimizden istememiz gerektiğini (Tirmizî, Daavât, 149), bizlere öğütlerken, Allah’ın kendisinden istenmesini sevdiğini (Tirmizî, Daavât,126), kendisinden istemeyenlere ise gazab edeceğini (Tirmizî, Daavât, 3) haber vermiştir.
Örnek yaşantısıyla ve güzel sözleriyle her alanda bizlere rehberlik edip yolumuzu aydınlatan Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), dualarımızın Allah (c.c) tarafından hüsn-ü kabul ile karşılık görmesi için şu hususlara dikkatimizi çekmiştir:
Sıla-i rahmi gözeterek ve günahlardan uzak durarak duada bulunduğumuz takdirde Yüce Allah, ya dileğimizi gerçekleştirmek veya günahımızı affetmek suretiyle duamıza icabet edecektir. (Tirmizî, Daavat, 126)

Sevgili Peygamberimiz gece yapılan duaların müstecâb olduğunu şu sözleriyle müjdelemektedir: "Her gece, Rabbimiz gecenin son üçte biri girince, dünya semasına iner ve; “Kim Bana dua ediyorsa ona icabet edeyim. Kim Benden bir şey istemişse onu vereyim. Kim Bana istiğfarda bulunursa ona mağfirette bulunayım” der.” (Buhârî, Teheccüd, 14; Daavât, 13) Efendimiz ayrıca, “En çok kabule mazhar olan dua hangisidir?” sorusuna: “Gecenin sonunda yapılan dua ile farz namazların ardından yapılan dualardır!” şeklinde cevap vermiştir. (Tirmizî, Daavât, 80) Yine Efendimiz, abdestli bir şekilde Rabbini zikrederek uyuyan ve gece kalkarak dünya ve ahirete dair bir konuda dilekte bulunanın dileğini Allah’ın kabul edeceğini (Ebû Dâvud, Edeb, 105) bildirmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.), ezan okunurken, savaş esnasında (Ebû Dâvud, Cihâd, 41), ezanla kamet arasında (Tirmizî, Salât, 46), secde esnasında (Müslim, “Salât”, 215), müminlerin birbirlerinin gıyabında (Müslim, Zikr, 88) yaptıkları dualarla, mazlumun, yolcunun ve babanın evlâdına yaptığı duanın (Tirmizî, Birr, 7) makbul ve müstecâb olan dualardan olduğunu bildirmiştir.

Duada elleri açarak kaldırma ve sonunda yüzümüze sürme (Ebû Dâvud, Salât, 358; Tirmizî, Daavât, 11) gibi birtakım şeklî hususlara dikkat çeken Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), “Rabbiniz hayydir, kerimdir. Kulu dua ederek kendisine elini kaldırdığı zaman, O, ellerini boş çevirmekten haya eder.” (Tirmizî, Daavât, 118) şeklinde buyurmak suretiyle, Rabbimizin ne denli engin rahmet sahibi olduğunu bizlerin dikkatine sunmuştur. Duaya, Allah’a hamd ve senâ, Peygamber Efendimize salât ve selâm ederek başlamak (Tirmizî, Daavat, 66), “amîn” sözcüğüyle son vermek (Ebû Dâvud, Salât, 172), dua esnasında sesini yükseltmeksizin (Buhârî, Daavât, 50), duayı ısrarcı ve kesin bir üslupla (Buhârî, Daavât, 21), üçer defa tekrar ederek yapmak (Ebû Dâvud, Salât, 361) ve dua yaptıktan sonra, “dua ettim de, duam kabul edilmedi” gibi sözler sarf etmek suretiyle acele etmemek (Buhârî, Daavât, 22) gibi hususlar, Peygamberimizden dua âdâbıyla ilgili olarak bize ulaşanlar arasındadır.
Lânet etmeyi ve bedduada bulunmayı hoş görmeyen Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kendinize, çocuklarınıza, hizmetçilerinize ve mallarınıza beddua etmeyin. Ola ki, Allah’ın duaları kabul ettiği saate rast gelir de, istediğiniz kabul ediliverir.” (Ebû Dâvud, Salât, 362) Kendisi ve kocası için dua isteyen bir kadına, “Allah sana da, kocana da rahmet etsin!” diye dua buyuran Peygamber Efendimiz, dualarımızda Allah’tan hayırlı isteklerde bulunmamızın önemine işaret etmiştir. (Ebû Dâvud, Salât, 363)

Sevgili Peygamberimizin özlü dualarından birkaç örnekle konumuza son verelim.
“Allah’ım! Dinimi doğru kıl, o benim işlerimin ismetidir. Dünyamı da doğru kıl, hayatım onda geçmektedir. Ahiretimi de doğru kıl, dönüşüm orayadır. Hayatı benim için her hayırda artma vesilesi kıl. Ölümü de her çeşit şerden kurtularak rahata kavuşma kıl.” (Müslim, Zikr, 71)
"Allah’ım! Senden dinde sebat etmeyi, doğruluğa da azmetmeyi istiyorum. Keza nimetine şükretmeyi, sana güzel ibadette bulunmayı taleb ediyor, doğruyu konuşan bir dil, eğriliklerden uzak bir kalb diliyorum. Allahım! Senin bildiğin her çeşit şerden Sana sığınıyorum, bilmekte olduğun bütün hayırları Senden istiyorum, bildiğin günahlarımdan Sana istiğfar ediyorum!” (Tirmizi, Daavât, 22) “Allah’ım! Acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, düşkünlük derecesine varan ihtiyarlıktan, cimrilikten Sana sığınırım. Keza, kabir azabından Sana sığınırım. Hayat ve ölüm fitnesinden Sana sığınırım.” (Buhârî, Daavât, 38, 40, 42)
“Allah’ım! Seni hamdinle tenzih ederim, Senden başka ilâh yoktur. Günahım için affını dilerim, rahmetini taleb ederim. Allah’ım ilmimi artır, bana hidayet verdikten sonra kalbimi saptırma. Katından bana rahmet lutfet. Sen lutfedenlerin en cömerdisin.” (Ebû Dâvud, Edeb, 108)


22 Nisan 2016 Cuma

Allah'a İbadet için Yaratılmak



              Allah'a İbadet için Yaratılmak


Kendisine sayısız nimetler verilen,yerde ve gökte ne varsa hepsi hizmetine sunulan insan, Allah'a ibadet için yaratılmıştır.

اَلَمْ تَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَاَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةًۜ وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُن۪يرٍ
Lokman Suresi 20

وَاٰتٰيكُمْ مِنْ كُلِّ مَا سَاَلْتُمُوهُۜ وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَتَ اللّٰهِ لَا تُحْصُوهَاۜ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ۟
İbrahim Suresi 34

Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. anlamındaki ayet bir gerçeği ifade etmektedir.
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ
Zariyat Suresi 56

İnsanın yaratılış gayesi olan "İbadet" görevini ifa edebilme için her şeyden önce ima etmesi gerekir. Allah insanı dünya hayatında imtihana tabi tuttuğu için iman edip etmemeyi insanın iradesine bırakmıştır.
اَلَّذ۪ي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلاًۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْغَفُورُۙ
Mülk Suresi 2

Ey Peygamberim! De ki: Hak kuran Rabbinizden gelmiştir. Artık dileyen iman etsin, anlamındaki ayette olduğu gibi bir çok ayette yüce Allah insana inanma özgürlüğü vermiştir. Allah, iman veya inkar etme konusunda insanların serbest bırakmakla birlikte onlara ısrarla iman etmelerini emretmiştir.
وَقُلِ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ فَمَنْ شَٓاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَٓاءَ فَلْيَكْفُرْۙ اِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلظَّالِم۪ينَ نَاراًۙ اَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَاۜ وَاِنْ يَسْتَغ۪يثُوا يُغَاثُوا بِمَٓاءٍ كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَۜ بِئْسَ الشَّرَابُۜ وَسَٓاءَتْ مُرْتَفَقاً
Kehf Suresi 29

Ey iman edenler! Allah'a elçisine ve elçisine indirilen kitaba ve daha önce indirdiği kitaplara iman edin.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّذ۪ي نَزَّلَ عَلٰى رَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنْ قَبْلُۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِاللّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَكُتُبِه۪ وَرُسُلِه۪ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً بَع۪يداً
Nisa Suresi 136




Yüce Allah "İman edin" emri ile yetinmemiş pek çok ayeti kerimede iman edenlere mükafata, inkar edenlere ise ceza olduğunu bildirerek iman etmeye teşvik etmiş inkar etmekten sakındırmıştır.

Müminleri imana sevk eden ve onlara imanı sevdiren yüce Allah'tır. Allah'ın izni olmadan kimse iman edemez. Ancak akıllarını kullanmayanlar iman etmezler, azabı ve rezilliği onlar hak ederler.

يَمُنُّونَ عَلَيْكَ اَنْ اَسْلَمُواۜ قُلْ لَا تَمُنُّوا عَلَيَّ اِسْلَامَكُمْۚ بَلِ اللّٰهُ يَمُنُّ عَلَيْكُمْ اَنْ هَدٰيكُمْ لِلْا۪يمَانِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Hucurat Suresi 17

Kullarının imanına imkanına muhtaç olmamakla birlikte yüce Allah onların küfre düşmelerine razı olmaz, aksine iman edip şükretmelerinden hoşnut olur.

اِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ عَنْكُمْ وَلَا يَرْضٰى لِعِبَادِهِ الْكُفْرَۚ وَاِنْ تَشْكُرُوا يَرْضَهُ۬ لَكُمْۜ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۜ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِZümer Suresi 7

Eğer inkar ederseniz şüphesizki Allah sizin iman etmenize Muhataç değildir. Ama kullarının inkar etmesine razı olmaz. Eğer şükrederseniz sizin için buna razı olur. Hiçbir günahkar başka bir günahkarın yükünü yüklenmez. Sonra dönüşünüz ancak Rabbinizedir. O da size yaptıklarınızı haber verir. Çünkü O göğüslerin özünü ( Kalplerde Olanı ) hakkıyla bilir.



"İman" sözlükte; tasdik etmek, bir şeyin doğru olduğunu söylemek ve onu doğru olarak kabul etmek, güvenmek, inanmak, boyun eğmek ve güven vermek anlamına gelir. Din ıstılahında ise Allah'a ve Peygamberimiz Hz. Muhammet (a.s.v)'ın Allah tarafından haber verdiği kesin olarak belli olan şeylerin doğru olduğuna tereddütsüz inanmak, bunların hak ve doğru olduğunu içinden şüphesiz tasdik ve itiraf etmek anlamında olup "küfür" kelimesinin zıddıdır.


Abdurrahman Kasım TÖK

2 Nisan 2016 Cumartesi

Orucun Farz Oluşu ve Önemli Şartları



Orucun Farz Oluşu ve Önemli Şartları 

Orucun farz oluşuna ve yerine getirilmesinin (edasnın) farz oluşu ile sıhhatına dair şartlar vardır. Şöyle ki:



يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ

Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakınmanız için, oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı.
Bakara:183




1) Oruçla mükellef olmak için İslam, akıl ve buluğ şarttır. Onun için bu vasıfları toplamayan bir kimseye oruç farz değildir. Ancak akıl sahibi bulunan müeyyiz bir İslam çocuğunun tuttuğu oruç nafile olarak sahih olur.

2) Orucun yerine getirilmesi (edası)nın farz olması için sıhhat ve ikamet şarttır. Onun için hasta ve yolculuk halinde bulunanlara, bu hallerinde oruç tutmak farz değildir. Bunlar oruçlarını tutamayınca, sonra o tutamadıkları oruçları kaza ederler. Bir orucun edası (yerine getirilmesi)nin sahih olması için niyet etmek, hayız ve nifas hallerinden temizlenmiş olmak şarttır. Bunun için niyet edilmeksizin tutulan bir oruç, müctehitlerin tümüne göre din yönünden geçerli değildir. Hayız ve nifas halinde oruç tutan bir kadının da orucu sahih değildir. Bunların ramazan orucunu sonradan kaza etmeleri gerekir.  





Abdurrahman Kasım TÖK

Kaynaklar: Diyanet, İlmihal, Hadisler

25 Mart 2016 Cuma

Vitir Namazına Dair Bilinmesi Gerekenler ve Bazı Meseleler




Vitir Namazının Bazı Özellikleri Vardır ki, Bunları Kısaca Şöyle Sıralayabiliriz.



1- Vitir namazı, yalnız Ramazan da cemaatle kılınır. imam olan zat da üç rekatın hepsinde tekbirleri, tesmi'leri ve kıraati aşikare yapar. Kunut duası imam ve cemaat tarafından gizlice okunur. Ramazan ayından başka günlerde ise, vitir namazını cemaatle kılmak mekruhtur.

2- Mesbuk olan kimse, imamla beraber kunut duasını okur. Yetişememiş olduğu rekatları kaza edince, artık konut duası okumaz.

3- Bir kimse vitir namazında şüphelenip üçüncü rekat mı? Yoksa ikinci rekat mı? Olduğunu kestiremezse, bulunduğu rekatta Kunut'u okur. Rükûdan ve secdelerden sonra kalkar bir rekat daha kılar tekrar Kunut'u okur. Ruku ve secdelerden sonra "Teşehhud"de bulunur. Selam ile namazını tamamlar. Eğer birinci rekatta iken böyle şüpheye düşse üçüncü rekât olmak ihtimali olan her rekatta Kunut duasını okur.




4- Vitirden başka namazlarda Kunut duası okunmaz. Yalnız bir musibet ve bela gibi hallerde sabah namazının farzında Kunut duası okunabilir. 
( İmam Malik ve İmam Şafi'ye göre daima sabah namazlarının farzında rükûdan sonra kavme halinde Kunut duası okunur. Bu Konut Malikilere göre müstahab Şafilere göre sünnettir. )

5- Sabah namazlarında Kunut duasını okuyan bir Maliki ve bir Şafi'ye uyan Hanefi sükût eder Kunut'u okumaz. Eğer okumak isterse gizlice okur.

6- Kunut duasını bilmeyen yalnız "Rabbena Atina" ayet-i kerimesini okuyabilir. Üç defa "Aklahumme'gfirli" de diyebilir. Üç defa "Ya Rabbi" demeside caizdir.





Abdurrahman Kasım TÖK


Kaynaklar: Diyanet, İlmihal, Müslim, Tirmizi, 
Buhari, İmam Malik, İmam Şafi
Mü'minin başka hiç kimsede bulunmayan ilginç bir hali vardır; O'nun her işi hayırdır. Eğer bir genişliğe (nimete) kavuşursa şükreder ve bu onun için bir hayır olur. Eğer bir darlığa (musibete) uğrarsa sabreder ve bu da onun için bir hayır olur. (Hadis-i Serif)
T.C Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB)
CORPORATİON © 2016 İSLAM AKAİD